32. SENİN YÜZÜNÜN NURU-
Ebu Talib’in karısı
Fatıma, (r.) kocasının ölümünden önce veya sonra müslüman olmuştu, Ali ve
Cafer’in kız-kardeşleri olazf kızı Ümmü Hani (r.) de İslâm’a girmişti. Fakat
kocası Hubeyre, Allah’ın birliği mesajına kapalı idi. Bunun]* birlikte
Peygamber (s.a.v.) evlerine geldiğinde onu iyi kazalar ve namaz vakti ise
evdeki Müslümanlar cemaatle namaz kılarlardı. Bir keresinde hepsi yatsı namazını
Peygamberle birlikte kıldıktan sonra, Ümmü Hani Peygamber (s.a-v.)’i geceyi
kendi evlerinde geçirmeye davet etti. Peygamber (s.a.v.) onun teklifini kabul
etti; fakat uyuduktan kasa bir süre sonra kalktı ve Mescid-i Haram’a gitti,
çünkü geceleri Ka’be’yi ziyaret etmeyi severdi. Ora-dayken uyku bastırdı ve
Peygamber (s.a.v.) Hicr’de uyudu.
«Ben Hicr’de uyurken»
dedi, «Cebrail geldi ve ayağıyla beni dürttü. Uyandım ve etrafta hiçbir şey
göremeyince tekrar yattım. İkinci kez geldi; üçüncü kez yine geldi ve beni
kolumdan tutup ayağa kaldırdı, birlikte Mescid’in kapısından çaktık. Orada
eşekle katır arası beyaz bir binek vardı. İki yananda, bacaklarım oynattığı
yerde kanatları vardı ve her adımı gözün görebileceği uzaklığa varıyordu[1].
Daha sonra Peygamber
(s.a.v.) Burak adlı bu bineğe Cebrail’le nasıl bindiğini, Cebrail’in göğe
ytlkselirkon bici)
hızını, _ yönünü
ayarladığını, kuzeye, Yetrlb t* Hayber’İn Ötesine gidip Kudüs’e vardıklarını
anlattı. Onda bir grup Peygamberle -İbrahim, Musa, tsa ve diterleri-
karşılaştılar. Mescİd’de namaz kılarken bütün peygamberler onun arkasında
namaz kıldılar. Daha sonra Muham-med’in Önüne iki fıçı kondu, biri aüt, biri
şarapla doluydu. Peygamber (s.a.v.) süt dolu fıçıdan aldı ve içti, tarap fıçısına
dokunmadı. Bunun üzerine Cebrail söyle dedi: «Sen doğru yola yöneltildin, sen
de halkını o yola yönelttin ve şarap sana yasaklandı».
Daha sonra,
kendisinden öncekiler gibi -Ennoch, Uya», İsa ve Meryem gibi- ö da bu dünyadan
Semaya yükseltildi. Kudüs’ toprağının ortasındaki bir taşın üstünden tekrar
Burak’a bindi. Burak onu yükseltti ve, llyas’ın ateş arabasının işlevini
gördü. Artık kendi asıl halinde görünen Cebrail onları dünyevi şekil, yer ve
zamandan uzaklaştırıp semaya yükseltti, yedi semadan her birinden geçerken,
Muhamnred (s.a.v.) kendisiyle birlikte Kudüs’te namaz kılan peygamberleri
tekrar gördü. Dünyada onları cismani bir şekilde görmüştü oysa şimdi onları
semavi şekillerinde görüyor ve gördüklerine hayretle bakıyordu. Yusuf’un
yüzünün dolunayın parlaklığı gibi olduğunu*[2]ve tüm
güzelliklerin yarısına sahip olduğunu[3] söylemiştir.
Fakat bu bile onun diğer peygamberler karşısındaki şaşkınlığını gi-dermemiş bu
yüzden de, ayrıca Harun’un güzelliğinden bahsetmiştir[4].
Gökte gördüğü bahçelerle ilgili şunları söyledi : «Yay büyüklüğündeki bir
Cennet parçası, güneşin doğup battığı tüm alandan daha iyidir. Eğer Cennet
kadınlarından biri yeryüzünün insanlarına görünse, gökle yer arasındaki bütün
alanı ışık ve güzel koku ile doldurur» Orada gördüğü her şeyi Ruh gözüyle
görüyordu. Tüm dünyevî yaratıklara nazaran
kendi ruhsal tabiatı hakkında şöyle
demiştir: *Adem henüz su “ile çamur arası bir şeyken, ben peygamberdim»[5].
Göğe yükselişinin
zirvesi Sidret’ül-Mûnteha (En son sidr ağacı) idi. Kur’an’da bu şekilde
belirtilmiştir ve Peygamber (s.a.v.)’in hadislerine dayanan eski bir tefsirde
şunlar geçer: «Sidr ağacının kökü Taht’tadır ve bu ağaç, peygamber olsun,
Cebrail olsun herkesin bilme noktasının sınırını belirler. Onun ötesi, Allah’tan
başka herkese gizlidir»[6].
Evrenin bu sınırında Cebrail (a.s.) Muhammed’e asıl şekliyle, yaratıldığı gibi
göründü[7]. Daha
sonra, âyette geçtiği gibi:
«Sidreyi örten
örtmekte iken, göz kayıp-şaşmadı ve (sınırı) taş-madı. Andolsun, O, Rabbinİn en
büyük âyetlerinden olanını gördü». (Necm: 16-18).
Taberi Tefsiri’ne
göre, ilahi Nur, Sidr ağacına inmjş ve onun ötesindeki herşeyi gizlemiştir.
Peygamber (s.a.v.) gözü kayıp-şaşmamış ve sının aşmamıştır.[8] Bu
peygamberin (s.a.v.) «Senin yüzünün nuruna sığınıyorum» sözünün karşılığıydı.
Sidr Ağacı’nda
Peygamber (s.a.v.) ümmeti için elli rekat namaz kılma emrini aldı; aynı zamanda[9] islâm
inancını ortaya koyan şu âyeti de öğrendi
«Peygamber, kendisine
Rabbinden indirilene İman etti. mü’-minter de. Tümü, Allah’a meleklerine,
kitaplartna ve peygamberlerine inandt. Onun peygamberleri arasında hiçbirini
(diğerinden) ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbİmiz bağışlamanı
(dileriz). Varış ancak Sana’dır’ dediler». (Bakara: 285).
Daha önce
yükseldikleri gibi yedi gökten tekrar indiler. Peygamber (s.a.v.) bu konuda
şunları söyler; «Dönüşümde Musa’nın -o size ne iyi bir dosttu I- yanından geçerken
bana: «Sana kaç vakit namaz farz oldu?» diye sordu. Ben günde elli vakit
olduğunu söyleyince «Namaz ağır bir ibadettir, senin ümmetin ise zayıftır.
Rabbine geri dön ve senin ve ümmetinin yükünü hafifletmesini iste» dedi. Bunun
üzerine geri döndüm ve Rabbimden yükümü hafifletmesini istedim, O da on
vaktini geri aldı. Musa, yanından geçerken yine bana aynı şeyleri tekrarladı,
ben de geri döndüm ve on vakit namaz daha üzerimden kaldırıldı. Fakat her
seferinde Musa beni geri gönderiyordu, sonunda üzerimde günde beş vakit namaz
kaldı. Tekrar Musa’nın yanma gittim, o yine daha önce söylediklerini tekrarlıyordu.
Ben: «Rabbime gittim ve utanana dek azaltmasını istedim artık geri dönemem»
dedim. İşte bu yüzden kim beş vakit namazı Allah’ın merhametine sığınarak
ih-las ile kılarsa, ona bu elli vaktin sevabı verilir»1[10]
Peygamber (s.a.v.) ve
Cebrail (a.s.) Kudüs’teki o taşın yanına indikten sonra geldikleri yoldan,
güneyden gelen kervanları görerek tekrar Mekke’ye döndüler. Kâ’be’ye
vardıklarında hâlâ geceydi. Peygamber (s.a.v.) oradan yine kuzeninin evine
gitti. Ümmü Hani olayı şöyle anlatıyor : «Şafaktan kısa bir süre önce
Peygamber (s.a.v.) bizi uyandırdı ve sabah nam azmi birlikte kıldıktan sonra bana:
«Ümmü Hani, gördüğün gibi akşam namazını sizinle birlikte bu vadide kıldım.
Daha sonra Kudüs’e gittim ve orada namaz kıldım. Şimdi de gördüğün gibi sabah
namazını yine beraber kıldık» dedi. Gitmek için ayağa kalktı. Cübbesini
öylesine kuvvetle çektim ki, Peygamber (s.a.v.}’-in göğsü açık kalacak şekilde
cübbe üstünden sıyrıldı: «Ey Allah’ın Rasulü dedim, «Bunu başkalarına söyleme,
çünkü onlar sana yalancı der ve seninle alay ederler» dedim-, O ise: «Allah’a
yemin ederim onlara söyleyeceğim1 dedi».[11].
Mescid’e gitti ve orada
karşılaştıklarına Kudüs’e yap-ügı yolculuğu anlattı, düşmanları buna çok
sevinmişlerdi; çünkü şimdi ellerinde ona mecnun (deli)
demek için karşı çıkılamaz bir delil vardı. Kureyşli çocuklar bile
Mek-keden Suriye’ye bir kervanın ancak bir ayda varabileceğini ve dönüşün de
bir ay olacağını biliyordu. Şimdi, Mu-hammed iâe bir gecede oraya gidip
geleceğini, iddia ediyordu. Bir gurup adam Ebu Bekir (r.)’e gitti ver «Şimdi
bakalım arkadaşın hakkında ne düşüneceksin? O bize dün gece Kudüs’e gittiğini,
orada namaz kılıp geri döndüğünü söylüyor»
dediler. Ebu Bekir (r.) onları yalan söylemekle suçladı, fakat onlar
Muhammed (s.a.v.)’in o anda Mes-cidde ve yolculuğunu anlatmakta olduğunu
söylediler. Ebu Bekir o zaman: «Eğer O söylediyse, doğrudur. Bunda şaşılacak
ne var? O bana gökten haberlerin gece veya gündüz bir saat içinde geldiğini
söyledi. Ben onun doğru söylediğini biliyorum. Bu, sizin yersiz itirazlarınızın
ötesinde bir olaydır» dedi[12] Daha
sonra O da mescide gitti ve yine aynı şekilde tasdik etti. «Eğer o söylediyse,
doğrudur”. O zamandan itibaren Peygamber
(s.a.v.), Ebu Bekir
(r.)’e, «doğrunun tasdikçisi» ve «doğrunun şahidi» anlamına gelen
es-Sıddık adını verdi. Bunun yanısıra olayı inanılmaz bulan bazı kişiler,
fikirlerinden dönmek üzereydiler, çünkü Peygamber (s.a.v.) Mekke’ye dönerken yolda gördüğü kervanları
anlatıyor, kaç gün sonra ve nasıl şehre ulaşabileceklerini söylüyordu. Önceden
haber verdiği olayların hepsi yerine
gelmişti. Peygamber (s.a.v.)
Mescİd’dekilere sadece Kudüs’e yaptığı yolculuğu anlatmıştı. Ebu Bekir
veya ashabdan başkalarıyla yalnız kaldığında, gökte yaptığı yolculuğu ve
orada gördüklerinin bir kısmını anlatmıştır. Bunlar genellikle daha sonraki
yıllarda sorulan sorulara verilen cevaplar şeklinde ortaya çıkmıştır.
[1] I.I.264
[2] IJ. 270.
[3] A. H. IU, 286. <4) 1.1. 270.
[4] B. L. VI, 6.
[5] Tir. XLVI, 1; A. H. IV, 66.
[6] Tab. Tefsir, LHI.
[7] M. 1,280; B. UX, 7.
[8] Tab. Tefsir, LIII.
[10] 1.1. 271.
[11] I. I. 267.